Thursday 4 April 2013

Ekmeği İsraf Etme!!!!

Resmi gazete okumanın bir artısı bu site bana.

http://www.ekmekisrafetme.com

Yemek pişiren, bundan da çoğunlukla keyif alan biri değilim. Ama siteyi görünce sevindim ve listede olmayan bir tarifi görselsiz ekleyiverdim. Ve biraz önce gördüm ki, tariflerin altına ekleyenlerin isimleri yazılıyormuş :/ 
3 cümlelik bir tarifi yayınlamazlar herhalde ama siz bence siteye bir göz atıp bakın. O cılız tarifi yazanın da ben olduğumu bilin! kehkeh

Belki tariflerden beğenip yapmak istediğiniz olur.

Ekmek ve onun kutsal sayılması benim için Türk olmanın gururlarından bir tanesi. Tanıştığım ecnebilere gururla anlattığım bir inançtır bu. Özellikle de, yemekhanede masada bırakılıp yenmeyen ekmekleri çöpe atın dendiği zaman şiddetle karşı çıkmıştım.

Ekmeğin sofraya gelesiye kadar çektirdiği emek ve bundan ötürü kutsal sayılması!

Moskova'da bana bu emeği hatırlatan, buğday simgesi var mesela! 

Bir de Sivas şehrinin her iki girişinde bir kamyon büyüklüğündeki ekmek tabelası! 
hahaha

Bildiğim halde, "bu şehrin simgesi mi?!" diye sormaktan kendimi alamıyorum.
Sadece bir zenginin gösteriş merakı imiş meğer.

Ben de böyle işte daldan dala!! Camdan cama!
Şehirden şehire. Bir hayatım sürüyorum. 

6 ay önceki hayatımı özlemiyor değilim. Ekmeği yediğiniz kadar alın. Artan ile Tarif marif yapamıyorsanız da, kuşlara, balıklara verin. Onların da hakkı var!

Saturday 30 March 2013

Oh Bea!!1 Dünya Varmuş!

İsveçli bir komşum vardı. "Cocuklar gelmuş" derdi. Bu cümleyi değil de, bu telafuzla bu kelimeleri. Konu kasvetli olunca, neş'e ile başlayayım dedim.

Test yaptırmadan evvel, kendimce şüpheli gıdaları taa evvelden hayatımdan çıkarmıştım zaten.

Peynir evet ayyuka çıktı. Uzun süre yemeyip, tüketince daha fena oluyor. Geçen hafta sevdiceğimle gittiğimiz balık lokantasında "atın ölümü arpadan olsun" demiş, sadece bir kibrit kutusu büyüklüğünde yağlı beyaz peyniri tüketmiştim.

Eyvah!!
Midede kramplar, bir gaz bir gaz. Tanrı parçacığı midemde parçalandı vallahi. O vakte kadar, "aman bu pisikolocik, bir de kanlı test yaptırayım" diyor idim, çevremdekilerin baskısı ile. Mahalleliler, ne acaipsiniz yahu. Valla billa derdim varmış benim!!

En yakın dostum vegemite oldu. Bayılıyorum tadına! Tereyağı ile muhteşem oluyor. Yeni birkaç kavanoz sipariş verdik. Belki buralarda bulabilirim
Bir de havyar. Ördek de listeme yeni girdi. Hah!

Sabah acı badem kurabiyesi yediğimde mideme kramplar girende, uzun zamandır bu hissiyata dahil olmadığımı fark ettim.

Daha da fenası, geceleri mis gibi uyuyor, artık kulak tıkaçlarımı takmasam da, gecenin bir vaktinde uyanmıyorum. İş yerinde kafamı kaldıramaz, mutsuz hallerim sona erdi. Üzerimde bir hafiflik! Senelerdir ıstırap çekiyormuşum. İnsan içine doğduğu hale dışarıdan bakamazmış hakikaten.

Öyle bir hafifledim ki, bugün araba ile sokağa çıkma gafletinde bulundum. Yine kayboldum. Yine küfürler ettim, kendi kendime yine bağırdım, çığlıklar attım. Ama bu sefer araç park halinde ve camlar açıkken yapmışım, pek hoş olmadı elbette.

Ben yine hayallerimi, Ank'ra'dan ve asla anlamayacağım Ank'ralılardan uzaklaşmak yönünde programlıyor, bugün içinde yaşadığım evle konuşup, vedalaşıp, bizi artık bırakmasını söylemekle birlikte, bu şehirden de tayinimi istiyorum. 

Nereye gideceğime karar vermeliyim. 

O eski halimden eser yok şimdii, lay lay lom..

Thursday 28 March 2013

Tüm o pırıltıları altın sanma!!

Deniz. Su.

İş için bu sefer tam tanımadığım 2 kişi ile yola çıktım. Deniz kenarında kaldık. Oteli ben ayarladım ve dedim ki; "3 kişiye deniz tarafında 3 oda". 
"Maalesef deniz tarafında oda yok".

Olsun dedim artık, akşam vaktinde gördüğüm, soluduğum yeter.

Otele gece yarısı varınca, dağınık verilen oda kartlarını aldık. Odama girince daha ışığı yakmadan anladım deniz tarafında olduğumu. Ohh bu kız çok şanslı! Ertesi sabah öğrendim ki, diğerleri benim gibi şanslı değilmiş.

Sonrasında da, iş güç derken, dönüş yolunda, senelerce dibinde yaşadığım ilçenin ara sokaklarına girdik. O kadar ara ki, meşhur Atmaca'ya girmişiz meğer. Nasıl bir yer olduğunu gözlerimizle gördük. Ama ne fotoğraf malzemesi varmış birader. O vakitler ilgim olsaydı, ne ünlü olurdum ben internetlerde! hehe

Sonra o akşam Dkl Lvnt Myhn'ye gittik. (ruhu şad olsun Çgty By'in). Değişik bir geceydi.

O deniz kenarında 5 sene yaşayıp da, nasıl ayrılabildiğimi düşündüm. Mekanları insanlar güzelleştirir ya, benim için de insan kalmamıştı orada. 

Yorucu bir iş için gidip de, tatildeymişcesine rahatlamayı sağlayan tek şey su. Bir daha gittiğimde o mayo da benimle gelecek!!


Tuesday 19 March 2013

People Like You Are The Reason People Like You Need Medication

Ank'ra!

Geçen gün hava limanı yolunda, kırmızı pantolonlu, dar tişörtü üzerine ceket giymiş kırmızı ayakkabılı genç, kendisine bir konuda yardım eden bir bayana, kolundan çıkardığı bilekliği verdi ve teşekkür etti. Ö_Ö 
Sonra sırıtarak geçti vakit. Hoşuma geldi tabi.

Bir de dün, yaya geçidinde bir araç durup, yayaya yol verdi. Eğer o yaya ben olsaydım, teşekkür ederdim. Ama ben değildim işte.

Veee, Cumartesi!

Cinnah'ta sol şeritte önüme önüme çıkan adamı, ileride yakalayıp konuştuğumda, geçiş üstünlüğü nedir bilmeyerek, "sağınızda yol vardı hanfendi" dediğinde dövmek istemediysem yalandır.

Sinirden öyle bir bağırdım ki, sonraki yarım saat "boğazlarım" ağrıdı.

Hala geceleri uyandığımda, ben o adama neden bunu demedim, bunu yapmadım diye düşünüyorum.

Ank'ra araç sürücülerinin benim eğitimime ihtiyaçları var. EVET!!

Çok kötü araç kullanıyorsunuz, istisnasız!

Sunday 17 March 2013

Intolerans!

Ben demiştim işte!

Yediğim birşeyler bana dokunuyor, beni şişiriyor ve uyutuyordu. Çölyak değilmişim. Ama bulduk nelermiş :(
Yaptırdığım testte çıkmasa bile kendi testimle %100 onaylandı. Büyükşehre dönünce ilk yediğim sabah dudaklarım şişmişti. Sonrasında birşey olmamıştı ama ben sürekli bitkin, şiş, uykulu idim. 

Sonra süt ve süt ürünlerini çıkardım hayatımdan. Hop! Gelsin taklalar, gelsin parandeler! 

Dün de testimi yaptırdım. Çok ilginç bir şekilde en çok çavdara ve yumurta beyazına karşı intoleransım varmış. 1 ay boyunca yemeyeceğim, göreceğiz.

Çavdar deyince aklıma şu şarkı geliyor:
Neyse, ek olarak sırasıyla makarna, greyfurt, domates, parmesan, dana eti de az tüketmem gerekenler.

Bağırsaklarımda çözünmeyip beni rahatsız edenler de; zeytinyağı ve ıspanakgiller.

Peyniri azalt dedi ama ben test olduğumda zaten 1 aydır hiç peynir yemiyor halde idim.

Bugün de test amaçlı rokfor yedim. 2 saat bayıldım, kendimden geçtim uyudum. Bana zararı olan şeyin de en sevdiğim şey olması pek sıkıcı.

Tavuk, baklagiller yemeyen, sebzeye, dana etine bayılan biri olarak artık ne yiyeceğimi bilemiyorum. Her gün de yumurta sarısı yiyemem ki 3 öğün!

Saturday 16 March 2013

28!

61e inende, aklıma sevgilim geldi. Gözlerim doldu, bir önceki hayatımı özlediğimi fark ettim. 
Bu kiraz kavurması. Ekşi bir şey. Turşu olarak da biliniyor.
Bu 28 pidesi. Ortasında yumurta var. Pidenin üzerindeki ekmek ile önce yumurtayı yiyorsunuz. Çok ağırdı.
Bu da iş!!

Dönerken, valizimdeki 3 kiloya yakın numune olduğunu unutmuşum. İlk güvenlikteki kadın çıldırdı. "Bu köşedekiler ne?" diyor, iç çamaşırlarım dahil her şeyi gösterdim kadına. Yok bulamıyoruz. 3 kere x ışınlarına girdi valiz. Yok. Ben de artık sinirlendim, kavga ettim kadınla.
O da beni bir sonraki güvenlike gönderdi.

Orada da aynı şey. Valiz 2 kere girdi makinaya. Sonra birden aydınlandım.
Yan fermuarı açıp, çıkarttım taşları. "Bunlar bakır" dedim. Oysa ki, aptallar için altındı içindeki. Adam "olmaz, bunları bagaja ver" dedi. "Vermem" dedim. Niye dedi. "Vermicem" dedim. "Bagaja ver" dedi. Böyle saşma sapan bir konuşmadan sonra, "alın bunları" diye uzattım taşları. Sonra "bir tanesi bari kalsın" dedim. "Bunlar Artvin'den mi?" dedi, "hayır, 28den" dedim. "Yok ki orada" dedi. Offf. 
Neyse bir taşı kurtarabildim. Sonra taşçı sevgilimi arayıp, "bakırlarıma el koydularrr" diye sızlandım.
Tam o sırada bir baktım ki, biniş kartım ve ehliyetim yok :/
Tekrar merdivenleri çıkıp, kavga ettiğim amcaya gittim. Neyse ki, birileri bırakmış. 
Böyle işte, damarlarımdaki son kana kadar savaşıp, "a yanlış yaptım" diyebiliyorum. Ama taşlar da ağırdı hakikaten.

28 demişken, bildiğimiz Karadeniz kentleri gibi değil. Hiç bişi yok. Denizde tek bir tekne gördüm. Herkes yüzünü fındığa dönmüş. Çok nemli. Deniz kenarındaki evlerin duvarları küflü. Her taraf fındık olunca, dağlar hep kel. 4 mevsim yeşil ağaç pek yok. Pek sevemedim.
Ama sabah deniz görmek gibisi yok.

İzmir ve Dikili'nin ayrı ayrı özlediğim halleri bunlar işte. Hatta Körfez'de bekleyen Amerikan gemilerini teleskop ve dürbün ile dikizlediğim vakidir. Hiç de ayıp yapmadım çünkü onlar da hiç ayıp yapmadılar. Bir de mors bileydim, o zaman farklı olardı.

Neyse, 28. Öyle bir kent. Deniz kenarında iki yerde çöplük var. Bana şehri koruyan adam "denizle temas etmiyor ki" dediğinde, mesleki deformasyon: "jeomembran mı var?" dememle geri adım attı tabi.

Belki de şehrin en büyük utancı bu olmalı. Ama iyi geldi bana havası, yediklerim.

Hem de 3 kadeh rakı ve yanında yediklerime rağmen 21:00de uyuyup, 05:00te kalkabildim.

O akşam yediğim ve tadına bayıldığım sakarcadan alıp eve getirdim de, pişman oldum. Ayıklaması, deliye pösteki saydırmakla aynı, üstüne eli de sümüksü bir artıkla kaplıyor. Ama tadı güzel.

Nihayet güzel bir iş seyahati geçirdim. Ama şirket makinamın şarjı bitti. Benjamin'i de henüz bir yere götürmüyorum. Bunlar da cep telefonundan, dandikum fotoğraflar işte.
Böyle.

Monday 11 March 2013

Mart

GİİİİİİİİİİTTTTTTTTTTT!!

Bütün kötülüklerin, bütün aksiliklerin ile git. Bir daha gelme. 

Fotoğrafta şirketimin bana EmekçiKadınlarGünü hediyesi. 

Thursday 28 February 2013

Doluuu!

Ah ben yine yollardayım. Senelerdir yalnız bindiğim trene, bu sefer iş arkadaşlarım iki kızla bindim. İlk defa biniyorlarmış. Onlara bilgi ve deneyimlerimi aktardım. Tuvaletlerden bahsettim. Su akmıyorsa, düğmeye basın dedim. Hiç olmadı, beğenmediniz, bizzat yataklı lavabosuna işeyen arkadaşım var dedim. Hee var evet. 

Tuvaletlerin ortak olmasından biraz rahatsız oldular. Uyuyamazlar diye düşünüyordum. Misler gibi uyumuşlar. Üstelik yer olmadığı için, yataklıyı paylaştılar.
Bense uyuyamadım!!

Her bindiğimde kompartman görevlisi beni yarım saat öncesinden uyandırır. Sabah 08:30da inmeyi beklerken, 06:30da kapı çaldı. "Höööğğ" diye banırmışım. Ama uyumuyordum ki!

Off, kalkayım hadi, 15 dakika daha mı yatsam derken. Kalktım. Toparlandım. Tuvalete gittim.
İyi ki de toparlanmışım. Tedbir emniyettir.
Trende hareket halinde iken tuvalete girilmez. Sebebinin de deliğin doğrudan raylara açıldığı olduğunu söylerler. Buna inanmak istemiyorum!! Tam bunları düşünürken, tren yavaşlamaya başladı. Kapı çaldı. Çık diyecekler diye beklerken, "dolluuuu" diye bağırdım. Tanıdık ses; "Biliyorum, ben E. iniyormuşuz" dedi. Neeaaa?! Tumanımı topladım, koşarak indik trenden. Adam bizi uyandırmaya çalışmış da, uyandıramamış. E ben uyumadım ki bebişim. Benim kapımı tıklatmadın ki, başkasınınkini tıklattı evet. 06:45te trenden atılmıştık. 

Tren tuvaletleri ve lavabosu hakkında bilgi için, 
http://tuvaletgurusu.blogspot.com/ 
ehehe.

postmodern dünya.

Wednesday 27 February 2013

Grev!!

Çoğunlukla bizim dükkanın önünden başlıyorlar sanırım. Bu ikinci oldu. 
Diğerleri MilliMücadele üzerindeydi.

Ank'ra'ya gelince, elbette bu tür eylemleri de görecektim. Masamdan kalkıp, sayıları azalıncaya kadar seyrettim.

İzmir'de çocukluğumda seyrettiğim bu tür bir araya gelmeler, hep Zafer Yürüyüşleri idi. Ellerinde meş'aleleri ile insanlar marş söylerlerdi. 

Şimdi para ile tutulan davulcular, davulu yan yatırıp grevcilerden üstüne para istiyorlar. Ya da aslında davulcu görevlendiren yok.

Bilemedim. 

Tuesday 26 February 2013

Okunamayan Kitaplar

Kızılderili ve Türk Şamanizmi
Alalı sene olmuştur.
Hala okuyorum. Kitap kendini okutmuyor.

Türklerle ilgili yazılar yazan bir Türk'ün, öz dilini iyi biliyor, iyi konuşuyor ve iyi yazıyor olması gerekir. Maalesef bu yazar böyle değil. Okuyamıyorum.

Konu ortaokul yıllarımdan itibaren ilgilimi çekiyor iken, ilerleyemiyorum. 

Kitap, sanki rüyadan uyanır uyanmaz unutmamak için yazılan notlardan oluşuyor gibi. Ne bir tashih var ne de bir yayımcılık çalışması mevcut.

Parça parça yazılardan oluşmuş, "giriş-gelişme-sonuç"suz bir kitap.

Çok üzülüyorum bu kitabın bu şekilde yazılmış ve basılmış olmasına. Yazık. 
Vazgeçtim ve vazgeçtiğimi bu sabah kabullendim.

Thursday 21 February 2013

Farklı Bir Ank'ra

Bahar Ank'ra'yı çarpmış!! 

İş yerinin kapısına doğru ilerlerken koskoca Ank'ra'nın göbeğinde ve iş yeri kapısının önünde, kel ve bıyıklı, bizim "apartman görevlisi" benzeri bir adamın başı kapalı bir kadını öperken gördüm. 
Öylesine dudaktan bir öpücük olduğunu sanmıştım ki, ben kapıya yaklaştıkça öpücüğün süresi arttı. Mecburen kapıyı açtım artık. Umursamadılar. Sonra ne olduysa kestiler birden.
Bacağı görünen mankenin bilboardlarına "edep yahu" yazan Ank'ralılar, çıldırmış! (ilk burda görmüştüm ki)
Vay be dedim, tam da muasır medeniyet seviyesine çıksın diye oraya buraya şikayet ettiğim konular, çat çat suratıma kapanıyorken! 

Sonrasında da, son birkaç gündür yolumun üzerinde, çocuğu bebek arabasında yatarken akordeon çalan beyaz ırk bayana, yoldan dönüp para verdim. Akşamımı neşelendirdiği için.
Oysa Tunalı dışında sokak sanatçısı olmaz diyordum ki ben.

Bahar Ank'ra'yı fena çarpmış!



Seni Adam Yerine Koymadığımızı Söylemek Üzere Adam Yerine Koyduk ve Resmi Bir Yazı Yazdık

Emniyet bana böyle dedi.
Şikayetlerimizi anında 155e bildirmemiz gerekiyormuş.

Peki ya dünkü olay?!!

Bir takım sebeplerden ötürü, valizimi sabah çeke çeke getirmiş, aynı akşam da çeke çeke götürmeyeyim diye taksiye binmiştim.
İnince, adam valizi bagajdan çıkardı. Ben teşekkür ettim. Gidiyorum ki, dann diye bir ses. Bagajı dövüyor adam. Sonra aracına bindi, zemin zaten ıslak. Bir patinaj. Araç kalkmadı yerinden birkaç saniye.

Naptım adama bilemiyorum. Valizimle kısa mesafe gittim diye mi kızdı acaba?!

Ben bu adamı kime şikayet edicem?!! Ben bu adamı dövsem hatalı mıyım? 

Bir hanfendi gibi düştüğüm yerle alakalı olarak gelen cevap da; "yer net değil, müdahale edemeyiz" oldu.

Sana inancım kırıldı Ank'ra. Ama bir gün seni yenicem!!!!1

Mutluluk!

Öyle mutluyum ki, dün gece uyudum! Sabah erken kalkıp yıkandım. Yolda çiçeklerin üzerini kırağı çalmıştı. Yanaklarım kıpkırmızı ama çok iyi geldi. Uzun zamandır böyle hissetmemiştim.
Beni çiz Abidin!

Wednesday 20 February 2013

February Wish List*

Şubat Ayı İstek Listesi

Yabancı feşın bloglarına öykünme. Ecnebiler yapıyor ya, "bu ay bunları istiyorum" yazıları, ben de yapıcam.
  • Bu ay özellikle en çok ihtiyacım olan şey; UYKU!

Buna bir görsel yok, aynı Nazım Hikmet'in Abidin Dino'ya sorusu gibi, bunun da resmi yok. 
  • Değnek
Özellikle kömürde çok ihtiyacım oluyor. Koşarak (eğimden ötürü) indiğim yerden çıkarken, kesiliyorum. Daha detay vermeyeyim. Bir ara dağlara çıkıp, ağaç dalı bulamazsam, internetten baston satın alıcam, da bulamadım yerini yurdunu!
  • Yeni bir ev (teraslı, güney cepheli, merkezi ısıtma)
Bu da uykusuzluğumun bir çaresi olacak. Aminbin
  • Hava limanında ötmeyecek, güvenliğin çıkarttırmayacağı, elit ofis kıyafetime de, dağ insanı kıyafetime de uyacak topuksuz ve çok rahat bir pabuç! (Bunu da bulamadığım için görseli yok. hmpff)

Tuesday 19 February 2013

Kakül..

ya da perçem.

Saçlarım uzadıkça bana şekilsiz geliyor. Ucundan "azcık" aldıklarında, kele dönüşüyorum. Bu böyle bir fasit daire azizim.

Uykusuzluk ve ataletten ötürü şişmişken, dolunayı beklemeden saçlarımı kestirdim.

Kardeşimin gelinbaşını yapan ve ben oradayken omzuma falan dokunan "aşırı samimi" kuaför açıktı dün akşam üstü. "Ne de olsa tanımaz, zaten bir daha yaparsa, çakarım suratına" diye düşünerek, girdim içeri. 
Oh tanımadı! Oysa kardeşim ile tıpatıp benzeriz. Ama o daha güzel.

Özellikle dedim, "böyle kalın kalın kesmeyin". Şu, Cesika Biyel gibi olmasını hiç istemem misal. Ama en son öyle olmuştu.
Çünkü en son kuaföre kestirmiştim.

Evet, ben söyleyeyim de, siz de söyleyin rahatlayın. "Kaküllerimi hep ben keserimmm!!!!"

Konu ne zaman açılsa, her kadın bunu söyler zaten. Hoff!!1

Ben de kendim kesiyordum. Ben hatta kakül ve tüm saç kesimini kendim yapmıştım, ilk olarak 4 yaşında anaokulu eğitimimi tamamladığım BÜrüksel kentinden taşınmak üzere iken. 

Fotoğrafım da var, bulursam ekleyeyim. Tam bir Tomboy, tam bir sokak evladı. 

Öyle kesmişim ki, annem düzelttirmek zorunda kalınca, dazlakolmayaramakkala bir haldeymişim. Ama ben hala gurur duyuyorum.

2007-8 senesinde de yine kendim kesmiştim kakülleri. Öyle yamuk yumuk olmuşlardı ki, iş yerindeki herkes (zaten sosyal yaşam küçük ilçelerde onlarsız geçmiyor) "para vereyim de bir daha kuaföre git" dediği için dün yine kuaföre gittim işte.

Parasında değilim. Beni korkutuyorlar. Bana ve saçlarıma dokunmalarından, en son kendileri kesmiş olmalarına rağmen "hmm saçını!! en son kim kesti?" diye sormalarından ve benimle senli benli sohbet etmelerinden hoşlanmıyorum.

Ben sohbetsever biri değilimmm!!!1

Of neyse, kesti işte kakülleri. Benim kerterizim kaş hizası. Ama ıslak halde iken bile burnumun ucuna değiyor. "Biraz daha" dedim. Bu sefer de, FridaKahlo birleşkesinin yine altında!! (Tekkaşsendromu)
Helga'ya da hastayım bu arada.

Bir de eline fırçayı alıp, içine doğru kıvırıp kurutmaz mı?!??!!11

1990lı yıllarda, teyzesinin, dayısının nişanına katılan tekkaş bıyıklı kız ile Serpil Çakmaklı karışımı bir şey oldum!

Ouvfak. 

Sağa yatır, sola yatır olmuyor. Adam para almadı. Ama ben hayatımda belki ilk defa kuaföre para verdim. 2 lira 50 kuruş. Normalde yanımdakine verdiririm. 

Eve gidince de, o alnımın üzerinde tuvalet kağıdı silindiri gibi duran saçlarımı ıslatıp, banyodaki kör makas ile tekrar kestim.

FAK!!!

Bir besleme gibi oldum o zaman. 

Saçımı da kurutmadan yattım. Gece boyunca debelendiğim için sabah perçemlerim yine havalardaydı. Ama alışığım bu duruma. Hemen ıslatıyorum. O kadar.

Ama öğle vakti, aynaya bir baktım. Tam bir Fransez, tam bir Avropalı olmuş saçlarım. 
Şu an memnunum. BK görene kadar iyiyiz! Hadi bakalım!!!1
Bu da, kanatları andırdığı için, özgürlük timsali bıraktığı tekkaşını gururla taşıyan Frida! Kendime örnek olsun diye.

Saturday 16 February 2013

3 Gün

3 gündür internetten (maalesef iş mailleri hariç) yoksun bir hayatım vardı. Hiç de merak etmedim. Zaten "suret defteri"ni de kapatmıştım. Kitaba vakit ayırdım. Özlediğim uyku düzenime de dönünce, yoğun işe rağmen iyi vakit geçirdim. Ama biliyorum ki siz beni özlediniz, kehkehkehe.
O 3 gün 3 şehirdeydim.

14 Şubat geçti gitti nihayet. Sevgilimle birbirimize ayıplı 9Gag espirileri yaparak kutladık günümüzü. O zaten en büyük aşkını yaratıyordu o gün; Pygmalion'u var artık; 
İri sevgilimin iri baldırı kadar bir kasası olan toplama oyun bilgisayarı! 

Öğle vakti, yemekhanede sesi her daim sonuna kadar açık olan tvde dans eden kadınları ve faaliyetleri görünce, ben de oturduğum yerde dans ettim, destek verdim. Böyle kollektif hareketlere bayılıyorum, çok şey değiştirmese de.

O akşam, İzmir'e geçmem gerekiyordu. Şirketim beni işletmeden arabayla yolladı. Akşam 18de hala işletmedeydik. Beni götürecek şoför arkadaşa yemekhanede "az ye, yolda çöp şiş yeriz" dedim. Canımıza minnet!
19u geçiyordu ki çıktık. O yemeği yemesem ben ölürdüm, biliyorum kendimi AKŞm düşüktür.

Yol kenarında bir sürü yemek yeri var. Bir tanesini son anda gördük. Ne kadar kalabalık dedik birbirimize.

Sonra da, daha önce durduğumuz yere gittik. Dışarıdan görünen; metresini yemeğe kaçırmış erkekler! Etrafta kırmızı balonlar da var?! 

Girdik. Aman yareppim, ouvfak! İçeride adi bir orgda müzik icra eden 2 kişi. Her masada çiftler, bazıları yavrulamış, bebeleri ellerinde kırmızı balonlarla ortada koşturuyor. Masalarda alevsiz mumlar! Arkamı döndüm. Hiçbir şey demeden çıktık. Çıkınca da, "kahretsin, bugün 14 Şubat!!!" çığlık attık. 

Bir sonrakine yürüdük. Çok yağmur var, üstüne de çok soğuk?! Yağmur yağınca hava yumuşamaz mıydı yav?

Ötekine de girdik, üzerimize doğru garsonlar, baş garson ve boyalı sarı saçlarından suçlu şık bir hatun geliyor. Ben etrafa baktım. Tek bir boş masa görmedim. Aynı işletme olduğu için, burada da, orglu insanlar vardı ama sayıları çoktu. Şirket yemeği gibi geldi bana. Kız bize gülümseyince, ben içimden "yoo yooo o benim sevgilim değil, bizi rahat bırak" diyerek ama yine nezaketi yüzden bırakmayıp, gülümseyerek kaçtık oradan! Kırmızı balonlar ve çocuklar burada da vardı, mumlarla birlikte.

Ne aşık bir millet olmuşuz biz böyle ya. Yolda durup, kadife pantol, botlarım ve kalın yeleğimle bir çöp şiş yiyemedik! Çünkü herkes bizim ofiste giyindiğimiz gibi giyinmişti! (ama bu kısma artık hak veriyorum - ye kürküm ye).

Neyse, sonraki çöpşişçilerde de durum farklı değildi. İyi ki o yemeği yemişim. Ölmeden otele vardık.

Ama varmadan önce, üniversite yıllarında trafik kazasında ölen sevgilimin evinin önünden geçerken, boğazım düğümlendi. Üniversite hayatımın ikinci yarısının geçtiği binanın önünden geçtik. Ah o tren garı. Her yer ne kadar değişmiş! Tekel binası, sağır ve dilsizler okulu!

Otel de, benim mezun olduğum fakültenin 4 sene boyunca kiraladığı bina! Khrmnlr'da. Elimle koymuş gibi buldum! Ama mezun olduğum okula ve bölüme istinaden de "ouvfak" dedim içeri girince. Buranın recep beyine anlattım, burası okuldu falan. Adam utandı, "valla haberim yoktu, patron almış" 1997 açılmıştı orası. O zamandan beri de tadilata yeni başlamışlar. 
Bana tadilatsız oda düşmüş!

Kalorifer yanıyordu ama kayıp klima kumandasını getirmeyi teklif eden "odacı"dan şüpphelenmeliydim. Sonradan istedim kumandayı. Duştan çıkınca, üşüdüm bir de. Banyonun soğukluğu içeri girmesin bari diye, kapıyı kapattım. Ouvfak! tekrar. Meğer kilidi bozukmuş. 10 dakka sonra ısınmak için bari saç kurutma makinasını sırtıma tutayım diye ayağa kalktığımda, banyo kapısını açamadım.

Tokmaklı kapı, çevir çevir açılmıyor. Of adamı mı çağırıcam yine, (tıkır tıkır), ya üstümde pijamalarım var (tıkır tıkır). Umut fakirin ekmeği işte, tüm bunları düşünürken tokmağı çeviriyorum bir yandan. Pijama da, pijama değil. Sevgili C V's S giyinsin, ben işim gereği gündüz de gece de öyle giyiniyorum elbet.
Benim pijamam yukarıdakinden ama erkeksiz olanından. Koyu gri bir renk. 
Ya odayı değiştirirlerse (tıkır tıkır), eşyalarımı da diğer yatağa serdim (tıkır tıkır). Oda değiştiririm (tıkır tıkır) hem iyi ısınır belki (tıkır tıkır) ama banyoda kişisel bakım şeylerim var (tıkır tıkır). Hee, valla var.

Sonra aklıma tokmağa bakmak geldi. Baktım, normalde anahtar sokulan delik yerine, kocaman bir delik var. Gittim, senelerdir kullanmadığım ev anahtarını soktum, çevirdim. Açıldı. Ouvfak! Pijamamın üstünden sırtıma soktum kurutucuyu. Kapıyı da kapatmadan yattım. O minicik yatakta kitabın merakı ile bir süre sonra vücudum atınca, uykuya geçtim. P.Batu "vücudum attı" derken neyi kast etmiş, anladım. Kız haklıymış beyler.

Ertesi gün de, hava limanına giderken lisedeyken intihar ederek ölen sıra arkadaşımın Paşaköprü'deki mezarı önünden geçtik. İlk trafik kazası yaptığım yerden geçtik. İlk köpeğimi aldığım adamın dükkanının yolu vs derken, İzmir'e gelmemek için neden taklalar attığımı anladım.

Çok leşim var benim orada. Büyüdüğüm yer ve hayatımın ilkleri - iyileri ve kötüleri ile.

Sanırım mecbur kalmadıkça da gelmeyeceğim. Beni seven iyi insanlar da var tabi, birlikte büyüdüğüm ortaokul arkadaşlarım! Ama onlarla deplasmanda değil de, evde kucaklaşmayı tercih edeceğim. 

Sonra da İst'daydım. Elit siyah kıyafetli insanların çalıştığı holdink merkezinde. Çıkışta koşarak kaçarken, çok önemli insanlarla karşılaşmış ve yağmurda sıçana dönmüş saçlarımla selam vermiş olabilirim, üzerimde sahte mini kürkümle! Seni de sevmiyorum İst. İzmr'i de, Ank'ra'yı hele hiç. 

Doğduğumdan beri eksikliğini hissetmediğim aidiyet duygumun farkına vardım. Hiçbir şehire ait hissetmiyorum kendimi. Ama bugün o koca gözlü Işıl, BayNihat'ın binbir çeşit mezesini çiğnemeden yutarken gözümden damlaların düştüğünü de saklamayayım.

Umarım deniz gören bir nehir kenarında bahçesi ve kapalı havuzlu bir evim olur! 

Kitapçı Dükkanı

Otel lobisinde, daha önceki gidişimde de gördüğüm bir kitaptı. Çarşamba sabahı başladım. Hoşuma gidince de, recep'e kitabı yanıma alacağımı söyledim. Umursamadı bile. Sanırım birisinin okuyup, başkalarına bıraktığı bir kitaptı. Bitiremeden unuttuysa üzülürüm.

İş güç, akşamları 21:00de uyumalar (yaşasın!! - uzun zamandır uykusuzluk çekiyordum) ve dün hava limanında bitti kitap. 

Uçağı beklerken oturduğum kafede, biramı içerken bazen böğürerek gülmek istedim. Yapamadım. Bitince de, suratımı döktüm, tıpkı küçük bir kız çocuğu gibi en az yarım saat.

Şimdi, diğer kitaplara ulaşmak kaldı. Uzun zamandır bir kitaptan bu kadar keyif almamıştım.

Monday 11 February 2013

Kahraman Jandragones Otero İş Başında!

Ben de süper kahramanlar gibi donumu taytımın üzerine giydim (yeşil tayt üstü pempe don), Ank'ralılara medeniyet öğretmeye devam ediyorum.

Sayemde muasır medeniyet seviyesine çıkacak bu Kafakent! Heykelimi dikecekler, tam da geçen ay düştüğüm noktaya. 

Her gün, bir kontrollü, iki kontrolsüz yaya geçidinden 2şer kere geçiyorum. Her gün aynı sorun. Hem sürücüler, hem de yayalar pIroblem!
Kontrolsüz dediğin zaten; trafik lambası, polisi olmayan geçit. Evropalarda ayağını atarsın, araç durur ya, ben de anaokulu eğitimini yurt dışında tamamlamış bir birey olarak, (saçımı savururum bu cümlede her zaman) yetiştiğim ortamı terk etmiş ama asimile olmamışım. İçime, iliğime sinmiş bu medeniyet. Beklediğim davranış bu. 

Yapan sürücü var mı? Bir ben yapıyorum, bir de benim dışımdaki 10.000 sürücü arasından 3 kişi. Bunların 2si zaten müşteri peşinde koşan ve müşteri tipin varsa sana korna çalan taksi sürücüleri! (Sahte kürkümü giydiysem 10 araçtan 7si korna çalıyor)
Diğer biri de, popomuza, bacağımıza bakmak isteyen bir erkek sürücü oluyor. Duran tek kadın benim, yeminlen. Bir sürü alanda ilk ve tek kadın olmama ek olarak, yayaya yol veren tek kadın benim!

Ben yaya isem ve doğal olarak araçlar durmuyorsa, işte bu noktada eğitmenliğim başlıyor. Yaya geçidine ayağımı atıp da, anında geri kaçmam gerekmiyorsa, ağır ağır ilerliyorum o çizgilerden. Tıpkı bir Ahmet Haşim gibi. Tıpkı Kaplumbağa Terbiyecisi'nden eğitim alan bir kaplumbağa, bir tosbağa gibi!

Birisi kornaya bassın, yolumdan yavaşça dönüp, elimdeki şemsiyeyi sallayıp, "bak bunu görüyor musun bunu?" diyeceğim. 

İşte o zaman sopa yersem, gaziyim demektir! Beni omuzlarınızda taşıyın! Heykelimde bindiğim atın bir ayağı havada olsun! Çünkü savaşırken yaralanmış olacağım! Medeniyet savaşı!

Kontrollü yaya geçidi ise, trafik lambalı olan işte. Ama yayaya kırmızı sayı ile 75 saniye geri sayarken, 65inci saniyeye kadar, yaya kırmızı dinlemiyor. Çünkü, araçlar duruyor. Araç duruyor ama lamba geçme diyor?! Yaya napıyor? Geçiyor. Son dakikalarda, hızlanıp neft yağı yemiş at gibi koşanı da var. Bir gün biri düşecek, ruhsatım yanımdaysa, gururla gösterebileceğim ilk yardımcı belgemi burunlarına dayayıp, "açılın ben ilk yardımcıyım, 112yi arayın" diye bağıracağım! İşte o zaman taytımım üzerindeki pembe donum görünecek!

İşte bu bilinçsiz, kazaya koşan yayaların arkasında ben napıyorum, içimden "salaklaarrrr, bilinçsiz insanlaarrr" diye bağırıp, elimdeki şemsiyeye iki elimle tıpkı bir Ank'ra hamfendisi gibi tutunuyorum. Önümden şirketten arkadaşlar geçerken elleri ile (korna yok) selam verirse, hamfendiliğimi kenara bırakıp, sokaktaki araç arkasıdan koşan sümüklü bebeler (OHA! Ank'ra jargonu kullanıyorum!) gibi heyecanla el sallıyorum. Onlar geçtiğinde, eski hamfendi tavrıma dönüyorum iki saniyede.

Yeşil yandığında da, yutkunup geçiyorum. İnsanlarla çarpışmamak için, soldan! evet, soldan binama doğru yürüyorum.

Bir hayalim vaarr!
Bir gün sadece Ank'ra değil, tüm yurtta yayayı gören, aracını durdurup, zaten yazılı olan yaya üstünlüğüne saygı gösterecek!

Bir gün, tüm Türk yayalar, yolun sağından gidecek!

Bir gün, tüm Fikri hür, vicdanı hür Türk sürücüler, araçtan inince yaya olduklarını fark edecek!!

Bir gün, heykelim dikilecek ama kuşlar üzerine pislemeyecek!

Bir gün, vallaha bak!!!1 Bir gün!!1


J.O.
bir de logo çizmeliyim kendime! başkalarının çizeceği yok.

Saturday 9 February 2013

Kapı Çaldı

Cumartesi bu saatler bize kargo gelme günü. Sevgili C'nin dediği gibi kendime havuç olarak koyduğum evin peşinden koşturuyorum. Ve uzun zamandır alışveriş yapmıyorum. 
Elit ofis ortamım için şu an elimdeki kıyafetler yeterli!

Ama kapı çaldı işte. Alışveriş yapmakla suçlandım. Acaba aldım da unuttum mu dedim. Yok.

Sonunda içinden bir saat çıktı. Ve isimsiz bir yazı. Adımın onlarca kısaltması, türevi var ama bana o şekilde hitap eden 4 kişi vardır, çok sevdiğim ortaokul arkadaşlarım!

Bugün gidip ev için pazarlığa başlama vaktidir. Saati bile geldiğine göre, ev de bana hazır!

Friday 8 February 2013

Maske

Dün iş yerinde yaş günü pastası parası toplanırken bir baktım ki, tek bir kuruş bile yok çantamda. Senelerdir şantiyede çalışmışım, üzerimde para taşıma alışkanlığım yok. Para çekeyim dediğimde de, kart şifresi hatalı olduğu için onu da yapamadım. 

Çok sıkkındım, taksiye binsem diye düşünürken, nakitim olmadığı aklıma geldi.  Yürüyorum. Hem iyi gelir değil mi?

Karşıdan yüzünde hasta maskesi olan bir çocuk ve belli ki babası geliyor. Durdurdular beni. Para istediler. İsterken de sürekli içinde kanser geçen cümleler kuruyorlar. 

"Param yok" dedim adama. Sonra yürümeye devam ettim. Adam hala konuşuyor ama ben konuştuğunu "sen de kanser ol" gibi anladım. Durdum, arkama döndüğümde, adam "kanser olma" dedi bu sefer. Aslında "ol" dedi mi bilmiyorum. 

"Üzerimde bir kuruş bile yok" dedim. Gerçekten de yoktu. Hala yok.
Olsaydı verir miydim bilemiyorum. Ben bu tür kuruluşlara yardım etmeyi tercih ediyorum.

Ah ilçe hayatı. Bu güvensizlikler yoktu hiç o zamanlar. Birisi hastaysa bilirdik, yardıma muhtaç olanları da bilirdik. Sokakta bizi durduran, lanet okuyan, okumayan olmazdı. 

Bir de insanlar yardım dilenmeden, yardım etmeyi seviyorum ben. Bana bunlarla gelmeyin!

Akşam üstü evde, seneler önce kendi paramla aldığım, o zamandan beri her gün taktığım küpelerimden birinin kayıp olduğunu fark ettim. ö_Ö

Hakkını mı yedim diye de düşündüm. 

Ama bilin ki, bu tür kuruluşlar var. Zaten teşhis konduğu zaman doktorlar bu tür vakıflara yönlendiriyor olmalı diye düşünüyorum. Ama farz üzerine hareket etmek de doğru değil.

Off çok sıkılıyorum sadece.

Geçen gün dilediğim gibi, hayatım aniden değişti. İyi yönde olmasını dilemiştim oysa ki. Ya da sonunun iyi olacağını henüz bilemiyorum belki.

Tek bildiğim son bir haftada üzüldüğüm kadar bir ergenliğimde bunalmışımdır. 

Lütfen bu yazıma yorum, teselli yazmayınız. Yayınlamıcam. Şefkat aramıyorum.

Thursday 7 February 2013

Alacakaranlık

Fotoğrafı büyütmediğiniz sürece güzel. Yakından bakınca, içine girince kötü. Ah Ank'ra ahh!

İşim o kadar yoğun ve zahmetli ki, elimi ayağımı çekeyim dedim olmadı. Meğer benim de terapim buymuş.

Zaten insanlarla dert paylaşmayı nadiren yaparım. Yaptığımda da teselli olmam ben. Sözlü paylaşımlardan hoşlanmıyorum, ben yine yazıya döneyim dedim.

Tüm aksiyon iş yerinde ama onu da buralara yazamayacağım için gördüğünüz kadarı ile hayatım monoton görünecek size. Olsun. Ayrı bir blog yazmayı planlıyorum. Veri toplamaktayım. 

Siz yine de fotoğrafı büyütmeden, izleyin.

Thursday 31 January 2013

Ank'ra'nın Denizi!?!1

Bugün Ank'ra'nın denizine gittim. 35 dakika geçirdim, geri geldim.

Yukarıdan sanki bir Çin şeysiymiş gibi görünüyor.

Sabah, taksi durağına yürüdüm. Hava soğuk olduğu için hepsi içerideydi, girdim.

Gitmek istediğim yeri ve bilmediğimi, ve bana gpsli bir araç vermelerini söyledim.

Aralarında görüştüler, tartıştılar. Emin olmamakla beraber "ordan değil öbüründen git, taksiciye sor" dediler. eheheh 

Bir tanesini seçtiler ve yolda gidiyoruz. 
Telsizden anons geldi ve tam yeri tarif ettiler. Biz de bulduk!

Taksici milletine çok kızıyorum bazen kötü araç kullandıklarında ancak böyle şeyler yapıyorlar ya, hoşuma geliyor.

Wednesday 30 January 2013

Soğuksun Ama Çok Güzelsin!

Yo, bunu bana demediler!

Birkaç elbiseyi "upcycle" edip, etek haline dönüştürmek üzere gittiğim terzinin bulunduğu "çarşı"daki mermer merdivenler! Bizim İzmir'de han dediğimiz yerlere Ank'ra'da çarşı diyolla.

Bu fotoğrafı çekerken, arkamda beliren "pardon geçebilir miyim?" bey yüzünden  üzerinde çalışamadım ama oraya Benjamin ile gitmek gerek! Akşam vakti rengi de harika oluyor.

Keşke daha fazlasını çekebilseydim.

Bu arada etekler de güzel olmuş. Artan parçaları da verdiler. Bir zaman da, artıklardan parmaksız eldiven dikmeyi düşünüyorum. O kadarını yaparım ki ben!



Saturday 26 January 2013

*Eldivenden Merdivene

Doğal gazımızı kestiler. Aylardır bizim farkında olduğumuz ancak "ilgililerin" algılama aletleri ile bile çözemedikleri durum nihayet ayyuka çıkmış, çalışmalara başlamışlar 3 apartman etrafında.

Eh bu durumda, annemi mümkün olduğunca dışarıda benimle birlikte sağlıksız beslenmeye çekiyorum. Cuma akşamı da, "oh bebişim, hadi bu Cuma gecesi Ank'ra sokakları bizim olsun" dedim. Ama iş yüzünden erken aramayı unutmuşum. O yemek yapmış bile. 

Olsun, teklifimi kabul etti. Geçen seneki yaşgünümde eski şirketin verdiği hediye çeklerinin süresi ay sonunda dolacağı için, bize ait olmayan bir paranın keyfini çıkarmaya karar verdik! Gideceğimiz yer *YeKeMe.
Hani eskiden bir reklamları vardı, eldivenden merdivene! Satılık merdiven görmedim sevgili H.!!! (EbruŞallı'nın kocası) A_run!

Bu YeKeYeKeMe aslında benim işyerime sadece adımlık uzaklıkta. İşten çıkmadan 15 dakika önce annemi aramak aklıma gelince, önünde buluşmaya karar verdik. 

Ben biraz geç kalınca, can hıraş önce üst geçitten geçtim, sonra 2 koca cadde, sonra da dayanamadım artık annemi aradım; "nerede bu yer ya, Mng'ya geldim!!!!1"

Annem, "çok gitmişsin ya!" deyince, bir önceki konuşmada, "sizin parkın oradayım" demesinin kafamda tuhaf bir halde yankılanıyor olması ile, "½#%/?\$!!, tamam geliyorum ben" demekle kapattım telefonu.

Tek cadde ve bir üst geçitten sonra ışığını gördüm. Arada ışık kaybolsa da, önüne geldim mekanın. O önü dediğim yer, üstelik küçük kapısı imiş. Hmpf! :/

Şöyle bir durup hesap yapınca aslında gidiş-dönüş mesafesi işten eve kadarmış. Ve tıpkı üniversitenin ilk günü, önünde durduğumuz binanın aslında fakültem olduğunu sorunca öğrendiğimiz gibi, aslında burnumun dibiymiş (Eski okulum şu an 5 katlı bir hasta oteli). Tek bir caddeyi geçsem olurmuş. Napalım oldu öyle. Ank'ra'yı bilen "eee ama ... karşıya bile geçmeyecektin vb" diyecekler, lütfen demeyin.

Sonra da, gece 21:00lere kadar dolandık. En sonunda merdiven yoktu ama kolleksiyonuma 12nci parçayı ekleyerek, siyah deri eldiven aldım vesaire.

Tam da dediğim gibi oldu, Ank'ra sokakları bizim oldu o gece. Çok çılgınım, çok. 
Aslında sebep; anneme giydiği 20 pabuçtan hiçbirinin olmaması. 

Sevmediğim yerlerde hep kaybolurum ben. Oysa beynimin, "şuradan çabuk çıkayım" diye, tüm yolları kaydetmesi gerekir! Bir Ank'ra var böyle kaybolduğum, bir de Burunova!

Arabaya almayı planladığım navigasyon cihazını alıp, bileğime takmalıyım.

Bahsettiğim yerleri sevenler lütfen, isyan etmeyin. Bir şey değişmeyecek benim için, belki daha kötü olacak!!!11

Teşekkürler,

Sevgiler,

J.O., Ank'ra

Thursday 24 January 2013

Fuuuuu!

Hep seviniyorum ya, övünüyorum işe yürüyerek gidip geliyorum diye. Bu sabah yine bir elit ofis personeli gibi giyindim, çıktım evden.
Tam bir Manhattan!lı gibi sol koluma astığım pespembe şemsiyem ile elimde zencefilli bişili bir bitki çayı var.
Sağ elimde de telefon. Her sabah olduğu gibi BK ile konuşuyorum.
Heyecanlı bir şeklide hayallerimden bahsederken, vıjjt düştüm.
İşte şu sarı noktada! Tam ana cadde yanında! 
Sol elimdeki koca kapalı termos bardak zemine oturdu, sanki masanın üzerine nazikçe bırakırmışsın gibi. Sol ayağım altıma girdi. Bir yandan da telefonda sakince "düştüm, düştüm ben" diyorum. BK şoka girdi sanırım, ses yok. Sonra "düştüm ben" dedim tekrar.

Ayağa kalktım. Baktım çizgi romanlı çorabım yırtılmamış. Zemin kaygan ama üzerimde herhangi bir düşme ibaresi yok. Kendime kızdım, neden telefonda konuşuyorum diye. Kapattım telefonu nazikçe.

Sonra da, elit ofis personeli mi kalmadı, topuklu çizme mi, Ank'ra'nın kaygan kaldırım taşları mı?! Zaten sabah fark ettim kayıp düşebileceğimi, tıpkı bir Geyşa gibi minik adımlarla yürüyordum. 

Ofise gelince de, belediyeye şikayet ettim. Belimdeki hafif sızı ciddileşirse, dava açacağımı da ilettim. 
Dün de yaya geçidinden geçen biz bir avuç yayaya, yine aynı yerde hızla gelip, korna ile çekilin ikazı yapan taksi sürücüsünü şikayet etmiştim.

Ofisteki arkadaşlarım "çok protest bir insansın, sanki Avrupalıymışsın gibi" dediler. Cevabım şöyle oldu: "ben dünyayı değiştireceğim!"

Görünür bir hasar yok.

Neyse siz çoraplarıma bakın, ben de Pinky & The Brain misali, plan yapayım.


Tuesday 22 January 2013

El İşler Alet Övünür

Bugün geldi kargolan. Bir tek falçatam ve façam eksik! 

Bir de, ex librisim gelmişti ki, henüz kullanamadım. Her şeyim hazır halbüse. Eski kitaplarım da, aplamdan bana iade edilecekken, her şey yerli yerinde. Olmadı, yeni eve taşınırken damgalarım!
Soldaki Bay Kuş'un elbette!!

O harika paketi de, içindeki ile göndermiştim. Basıyor mu, ağlıyor mu bilmiyorum hatun?!

Su

Su, medeniyetlerin etrafına kurulduğu kimyasal bileşik.

Fırat'tan sonra, Seymens parkı beni mutlu etmişti. Havalar ısınınca da Eymir'e gideriz diye sevinirken, haberler falan işte. Bu arada, arabala girilmiyormuş oralara. Ama bisiklet kiralanabiliyormuş. Ben de binerim ya bisiklete, canavar gibi!!?

Neyse konu bu değil, konu beni heyecanlandıran planlarım.

İki gündür havanın şahane olması ile birlikte, tıpkı sonbahardaymışım gibi giyinip, yürüyorum ya, keyfim yerinde. İşim yoğun ama ben böyle seviyorum zaten.

Ve hava tam ilkbahar kıvamına gelince, biz uzaktan komandolu tekne alıcaz ve her bir su birikintisinde oynayacağız!!

İçinde iki adam olanlıdan istiyorum.
Kargo da bedavaymış, yaşasın!

ö_Ö


Olsun, benim sevgilim kağıttan uçak yapabiliyorsa, gemiyi de yapar pekala!!! Gerekirse ucuna ip bağlarım.

Friday 18 January 2013

Yollar

Bana bitmiyor bu sene sanki yollar. Her hafta ayrı bir bölgedeyim, artık bölge de kalmadı ya. Ege, Karadeniz, GDAnadolu falan kalktı hep, bilmeyen varsa.

Tren camından çektiğim bu fotoğraflara bayılıyorum. Kırağı düşmüştü o sabah, pek net değil ama instagramın yaptığını ben müdahalesiz yakalıyorum :|



 İşte Darknia!
Kömürün görmediğiniz yüzü.
 Tren yollarının tabelasızlığı ve çift işlem. 
 Bu da uzaktan olanı. İçin için yanan ve kötü kokan kömür. O kadar çam olmasa Ege bölgesi Ank'ra gibi olurdu.
Tam saniyeler önce, Benjamin'in bataryasını şarj ediyordum ki, patladı!!
Ne kadar tanıdık değil mi?
Ank'ra'ya getirdiğim her aracımın aynı noktada aküsünün bitmesi gibi. 

Geçmişim tekerrürlerden ibaret.