Saturday 16 March 2013

28!

61e inende, aklıma sevgilim geldi. Gözlerim doldu, bir önceki hayatımı özlediğimi fark ettim. 
Bu kiraz kavurması. Ekşi bir şey. Turşu olarak da biliniyor.
Bu 28 pidesi. Ortasında yumurta var. Pidenin üzerindeki ekmek ile önce yumurtayı yiyorsunuz. Çok ağırdı.
Bu da iş!!

Dönerken, valizimdeki 3 kiloya yakın numune olduğunu unutmuşum. İlk güvenlikteki kadın çıldırdı. "Bu köşedekiler ne?" diyor, iç çamaşırlarım dahil her şeyi gösterdim kadına. Yok bulamıyoruz. 3 kere x ışınlarına girdi valiz. Yok. Ben de artık sinirlendim, kavga ettim kadınla.
O da beni bir sonraki güvenlike gönderdi.

Orada da aynı şey. Valiz 2 kere girdi makinaya. Sonra birden aydınlandım.
Yan fermuarı açıp, çıkarttım taşları. "Bunlar bakır" dedim. Oysa ki, aptallar için altındı içindeki. Adam "olmaz, bunları bagaja ver" dedi. "Vermem" dedim. Niye dedi. "Vermicem" dedim. "Bagaja ver" dedi. Böyle saşma sapan bir konuşmadan sonra, "alın bunları" diye uzattım taşları. Sonra "bir tanesi bari kalsın" dedim. "Bunlar Artvin'den mi?" dedi, "hayır, 28den" dedim. "Yok ki orada" dedi. Offf. 
Neyse bir taşı kurtarabildim. Sonra taşçı sevgilimi arayıp, "bakırlarıma el koydularrr" diye sızlandım.
Tam o sırada bir baktım ki, biniş kartım ve ehliyetim yok :/
Tekrar merdivenleri çıkıp, kavga ettiğim amcaya gittim. Neyse ki, birileri bırakmış. 
Böyle işte, damarlarımdaki son kana kadar savaşıp, "a yanlış yaptım" diyebiliyorum. Ama taşlar da ağırdı hakikaten.

28 demişken, bildiğimiz Karadeniz kentleri gibi değil. Hiç bişi yok. Denizde tek bir tekne gördüm. Herkes yüzünü fındığa dönmüş. Çok nemli. Deniz kenarındaki evlerin duvarları küflü. Her taraf fındık olunca, dağlar hep kel. 4 mevsim yeşil ağaç pek yok. Pek sevemedim.
Ama sabah deniz görmek gibisi yok.

İzmir ve Dikili'nin ayrı ayrı özlediğim halleri bunlar işte. Hatta Körfez'de bekleyen Amerikan gemilerini teleskop ve dürbün ile dikizlediğim vakidir. Hiç de ayıp yapmadım çünkü onlar da hiç ayıp yapmadılar. Bir de mors bileydim, o zaman farklı olardı.

Neyse, 28. Öyle bir kent. Deniz kenarında iki yerde çöplük var. Bana şehri koruyan adam "denizle temas etmiyor ki" dediğinde, mesleki deformasyon: "jeomembran mı var?" dememle geri adım attı tabi.

Belki de şehrin en büyük utancı bu olmalı. Ama iyi geldi bana havası, yediklerim.

Hem de 3 kadeh rakı ve yanında yediklerime rağmen 21:00de uyuyup, 05:00te kalkabildim.

O akşam yediğim ve tadına bayıldığım sakarcadan alıp eve getirdim de, pişman oldum. Ayıklaması, deliye pösteki saydırmakla aynı, üstüne eli de sümüksü bir artıkla kaplıyor. Ama tadı güzel.

Nihayet güzel bir iş seyahati geçirdim. Ama şirket makinamın şarjı bitti. Benjamin'i de henüz bir yere götürmüyorum. Bunlar da cep telefonundan, dandikum fotoğraflar işte.
Böyle.

No comments:

Post a Comment