Thursday 28 February 2013

Doluuu!

Ah ben yine yollardayım. Senelerdir yalnız bindiğim trene, bu sefer iş arkadaşlarım iki kızla bindim. İlk defa biniyorlarmış. Onlara bilgi ve deneyimlerimi aktardım. Tuvaletlerden bahsettim. Su akmıyorsa, düğmeye basın dedim. Hiç olmadı, beğenmediniz, bizzat yataklı lavabosuna işeyen arkadaşım var dedim. Hee var evet. 

Tuvaletlerin ortak olmasından biraz rahatsız oldular. Uyuyamazlar diye düşünüyordum. Misler gibi uyumuşlar. Üstelik yer olmadığı için, yataklıyı paylaştılar.
Bense uyuyamadım!!

Her bindiğimde kompartman görevlisi beni yarım saat öncesinden uyandırır. Sabah 08:30da inmeyi beklerken, 06:30da kapı çaldı. "Höööğğ" diye banırmışım. Ama uyumuyordum ki!

Off, kalkayım hadi, 15 dakika daha mı yatsam derken. Kalktım. Toparlandım. Tuvalete gittim.
İyi ki de toparlanmışım. Tedbir emniyettir.
Trende hareket halinde iken tuvalete girilmez. Sebebinin de deliğin doğrudan raylara açıldığı olduğunu söylerler. Buna inanmak istemiyorum!! Tam bunları düşünürken, tren yavaşlamaya başladı. Kapı çaldı. Çık diyecekler diye beklerken, "dolluuuu" diye bağırdım. Tanıdık ses; "Biliyorum, ben E. iniyormuşuz" dedi. Neeaaa?! Tumanımı topladım, koşarak indik trenden. Adam bizi uyandırmaya çalışmış da, uyandıramamış. E ben uyumadım ki bebişim. Benim kapımı tıklatmadın ki, başkasınınkini tıklattı evet. 06:45te trenden atılmıştık. 

Tren tuvaletleri ve lavabosu hakkında bilgi için, 
http://tuvaletgurusu.blogspot.com/ 
ehehe.

postmodern dünya.

Wednesday 27 February 2013

Grev!!

Çoğunlukla bizim dükkanın önünden başlıyorlar sanırım. Bu ikinci oldu. 
Diğerleri MilliMücadele üzerindeydi.

Ank'ra'ya gelince, elbette bu tür eylemleri de görecektim. Masamdan kalkıp, sayıları azalıncaya kadar seyrettim.

İzmir'de çocukluğumda seyrettiğim bu tür bir araya gelmeler, hep Zafer Yürüyüşleri idi. Ellerinde meş'aleleri ile insanlar marş söylerlerdi. 

Şimdi para ile tutulan davulcular, davulu yan yatırıp grevcilerden üstüne para istiyorlar. Ya da aslında davulcu görevlendiren yok.

Bilemedim. 

Tuesday 26 February 2013

Okunamayan Kitaplar

Kızılderili ve Türk Şamanizmi
Alalı sene olmuştur.
Hala okuyorum. Kitap kendini okutmuyor.

Türklerle ilgili yazılar yazan bir Türk'ün, öz dilini iyi biliyor, iyi konuşuyor ve iyi yazıyor olması gerekir. Maalesef bu yazar böyle değil. Okuyamıyorum.

Konu ortaokul yıllarımdan itibaren ilgilimi çekiyor iken, ilerleyemiyorum. 

Kitap, sanki rüyadan uyanır uyanmaz unutmamak için yazılan notlardan oluşuyor gibi. Ne bir tashih var ne de bir yayımcılık çalışması mevcut.

Parça parça yazılardan oluşmuş, "giriş-gelişme-sonuç"suz bir kitap.

Çok üzülüyorum bu kitabın bu şekilde yazılmış ve basılmış olmasına. Yazık. 
Vazgeçtim ve vazgeçtiğimi bu sabah kabullendim.

Thursday 21 February 2013

Farklı Bir Ank'ra

Bahar Ank'ra'yı çarpmış!! 

İş yerinin kapısına doğru ilerlerken koskoca Ank'ra'nın göbeğinde ve iş yeri kapısının önünde, kel ve bıyıklı, bizim "apartman görevlisi" benzeri bir adamın başı kapalı bir kadını öperken gördüm. 
Öylesine dudaktan bir öpücük olduğunu sanmıştım ki, ben kapıya yaklaştıkça öpücüğün süresi arttı. Mecburen kapıyı açtım artık. Umursamadılar. Sonra ne olduysa kestiler birden.
Bacağı görünen mankenin bilboardlarına "edep yahu" yazan Ank'ralılar, çıldırmış! (ilk burda görmüştüm ki)
Vay be dedim, tam da muasır medeniyet seviyesine çıksın diye oraya buraya şikayet ettiğim konular, çat çat suratıma kapanıyorken! 

Sonrasında da, son birkaç gündür yolumun üzerinde, çocuğu bebek arabasında yatarken akordeon çalan beyaz ırk bayana, yoldan dönüp para verdim. Akşamımı neşelendirdiği için.
Oysa Tunalı dışında sokak sanatçısı olmaz diyordum ki ben.

Bahar Ank'ra'yı fena çarpmış!



Seni Adam Yerine Koymadığımızı Söylemek Üzere Adam Yerine Koyduk ve Resmi Bir Yazı Yazdık

Emniyet bana böyle dedi.
Şikayetlerimizi anında 155e bildirmemiz gerekiyormuş.

Peki ya dünkü olay?!!

Bir takım sebeplerden ötürü, valizimi sabah çeke çeke getirmiş, aynı akşam da çeke çeke götürmeyeyim diye taksiye binmiştim.
İnince, adam valizi bagajdan çıkardı. Ben teşekkür ettim. Gidiyorum ki, dann diye bir ses. Bagajı dövüyor adam. Sonra aracına bindi, zemin zaten ıslak. Bir patinaj. Araç kalkmadı yerinden birkaç saniye.

Naptım adama bilemiyorum. Valizimle kısa mesafe gittim diye mi kızdı acaba?!

Ben bu adamı kime şikayet edicem?!! Ben bu adamı dövsem hatalı mıyım? 

Bir hanfendi gibi düştüğüm yerle alakalı olarak gelen cevap da; "yer net değil, müdahale edemeyiz" oldu.

Sana inancım kırıldı Ank'ra. Ama bir gün seni yenicem!!!!1

Mutluluk!

Öyle mutluyum ki, dün gece uyudum! Sabah erken kalkıp yıkandım. Yolda çiçeklerin üzerini kırağı çalmıştı. Yanaklarım kıpkırmızı ama çok iyi geldi. Uzun zamandır böyle hissetmemiştim.
Beni çiz Abidin!

Wednesday 20 February 2013

February Wish List*

Şubat Ayı İstek Listesi

Yabancı feşın bloglarına öykünme. Ecnebiler yapıyor ya, "bu ay bunları istiyorum" yazıları, ben de yapıcam.
  • Bu ay özellikle en çok ihtiyacım olan şey; UYKU!

Buna bir görsel yok, aynı Nazım Hikmet'in Abidin Dino'ya sorusu gibi, bunun da resmi yok. 
  • Değnek
Özellikle kömürde çok ihtiyacım oluyor. Koşarak (eğimden ötürü) indiğim yerden çıkarken, kesiliyorum. Daha detay vermeyeyim. Bir ara dağlara çıkıp, ağaç dalı bulamazsam, internetten baston satın alıcam, da bulamadım yerini yurdunu!
  • Yeni bir ev (teraslı, güney cepheli, merkezi ısıtma)
Bu da uykusuzluğumun bir çaresi olacak. Aminbin
  • Hava limanında ötmeyecek, güvenliğin çıkarttırmayacağı, elit ofis kıyafetime de, dağ insanı kıyafetime de uyacak topuksuz ve çok rahat bir pabuç! (Bunu da bulamadığım için görseli yok. hmpff)

Tuesday 19 February 2013

Kakül..

ya da perçem.

Saçlarım uzadıkça bana şekilsiz geliyor. Ucundan "azcık" aldıklarında, kele dönüşüyorum. Bu böyle bir fasit daire azizim.

Uykusuzluk ve ataletten ötürü şişmişken, dolunayı beklemeden saçlarımı kestirdim.

Kardeşimin gelinbaşını yapan ve ben oradayken omzuma falan dokunan "aşırı samimi" kuaför açıktı dün akşam üstü. "Ne de olsa tanımaz, zaten bir daha yaparsa, çakarım suratına" diye düşünerek, girdim içeri. 
Oh tanımadı! Oysa kardeşim ile tıpatıp benzeriz. Ama o daha güzel.

Özellikle dedim, "böyle kalın kalın kesmeyin". Şu, Cesika Biyel gibi olmasını hiç istemem misal. Ama en son öyle olmuştu.
Çünkü en son kuaföre kestirmiştim.

Evet, ben söyleyeyim de, siz de söyleyin rahatlayın. "Kaküllerimi hep ben keserimmm!!!!"

Konu ne zaman açılsa, her kadın bunu söyler zaten. Hoff!!1

Ben de kendim kesiyordum. Ben hatta kakül ve tüm saç kesimini kendim yapmıştım, ilk olarak 4 yaşında anaokulu eğitimimi tamamladığım BÜrüksel kentinden taşınmak üzere iken. 

Fotoğrafım da var, bulursam ekleyeyim. Tam bir Tomboy, tam bir sokak evladı. 

Öyle kesmişim ki, annem düzelttirmek zorunda kalınca, dazlakolmayaramakkala bir haldeymişim. Ama ben hala gurur duyuyorum.

2007-8 senesinde de yine kendim kesmiştim kakülleri. Öyle yamuk yumuk olmuşlardı ki, iş yerindeki herkes (zaten sosyal yaşam küçük ilçelerde onlarsız geçmiyor) "para vereyim de bir daha kuaföre git" dediği için dün yine kuaföre gittim işte.

Parasında değilim. Beni korkutuyorlar. Bana ve saçlarıma dokunmalarından, en son kendileri kesmiş olmalarına rağmen "hmm saçını!! en son kim kesti?" diye sormalarından ve benimle senli benli sohbet etmelerinden hoşlanmıyorum.

Ben sohbetsever biri değilimmm!!!1

Of neyse, kesti işte kakülleri. Benim kerterizim kaş hizası. Ama ıslak halde iken bile burnumun ucuna değiyor. "Biraz daha" dedim. Bu sefer de, FridaKahlo birleşkesinin yine altında!! (Tekkaşsendromu)
Helga'ya da hastayım bu arada.

Bir de eline fırçayı alıp, içine doğru kıvırıp kurutmaz mı?!??!!11

1990lı yıllarda, teyzesinin, dayısının nişanına katılan tekkaş bıyıklı kız ile Serpil Çakmaklı karışımı bir şey oldum!

Ouvfak. 

Sağa yatır, sola yatır olmuyor. Adam para almadı. Ama ben hayatımda belki ilk defa kuaföre para verdim. 2 lira 50 kuruş. Normalde yanımdakine verdiririm. 

Eve gidince de, o alnımın üzerinde tuvalet kağıdı silindiri gibi duran saçlarımı ıslatıp, banyodaki kör makas ile tekrar kestim.

FAK!!!

Bir besleme gibi oldum o zaman. 

Saçımı da kurutmadan yattım. Gece boyunca debelendiğim için sabah perçemlerim yine havalardaydı. Ama alışığım bu duruma. Hemen ıslatıyorum. O kadar.

Ama öğle vakti, aynaya bir baktım. Tam bir Fransez, tam bir Avropalı olmuş saçlarım. 
Şu an memnunum. BK görene kadar iyiyiz! Hadi bakalım!!!1
Bu da, kanatları andırdığı için, özgürlük timsali bıraktığı tekkaşını gururla taşıyan Frida! Kendime örnek olsun diye.

Saturday 16 February 2013

3 Gün

3 gündür internetten (maalesef iş mailleri hariç) yoksun bir hayatım vardı. Hiç de merak etmedim. Zaten "suret defteri"ni de kapatmıştım. Kitaba vakit ayırdım. Özlediğim uyku düzenime de dönünce, yoğun işe rağmen iyi vakit geçirdim. Ama biliyorum ki siz beni özlediniz, kehkehkehe.
O 3 gün 3 şehirdeydim.

14 Şubat geçti gitti nihayet. Sevgilimle birbirimize ayıplı 9Gag espirileri yaparak kutladık günümüzü. O zaten en büyük aşkını yaratıyordu o gün; Pygmalion'u var artık; 
İri sevgilimin iri baldırı kadar bir kasası olan toplama oyun bilgisayarı! 

Öğle vakti, yemekhanede sesi her daim sonuna kadar açık olan tvde dans eden kadınları ve faaliyetleri görünce, ben de oturduğum yerde dans ettim, destek verdim. Böyle kollektif hareketlere bayılıyorum, çok şey değiştirmese de.

O akşam, İzmir'e geçmem gerekiyordu. Şirketim beni işletmeden arabayla yolladı. Akşam 18de hala işletmedeydik. Beni götürecek şoför arkadaşa yemekhanede "az ye, yolda çöp şiş yeriz" dedim. Canımıza minnet!
19u geçiyordu ki çıktık. O yemeği yemesem ben ölürdüm, biliyorum kendimi AKŞm düşüktür.

Yol kenarında bir sürü yemek yeri var. Bir tanesini son anda gördük. Ne kadar kalabalık dedik birbirimize.

Sonra da, daha önce durduğumuz yere gittik. Dışarıdan görünen; metresini yemeğe kaçırmış erkekler! Etrafta kırmızı balonlar da var?! 

Girdik. Aman yareppim, ouvfak! İçeride adi bir orgda müzik icra eden 2 kişi. Her masada çiftler, bazıları yavrulamış, bebeleri ellerinde kırmızı balonlarla ortada koşturuyor. Masalarda alevsiz mumlar! Arkamı döndüm. Hiçbir şey demeden çıktık. Çıkınca da, "kahretsin, bugün 14 Şubat!!!" çığlık attık. 

Bir sonrakine yürüdük. Çok yağmur var, üstüne de çok soğuk?! Yağmur yağınca hava yumuşamaz mıydı yav?

Ötekine de girdik, üzerimize doğru garsonlar, baş garson ve boyalı sarı saçlarından suçlu şık bir hatun geliyor. Ben etrafa baktım. Tek bir boş masa görmedim. Aynı işletme olduğu için, burada da, orglu insanlar vardı ama sayıları çoktu. Şirket yemeği gibi geldi bana. Kız bize gülümseyince, ben içimden "yoo yooo o benim sevgilim değil, bizi rahat bırak" diyerek ama yine nezaketi yüzden bırakmayıp, gülümseyerek kaçtık oradan! Kırmızı balonlar ve çocuklar burada da vardı, mumlarla birlikte.

Ne aşık bir millet olmuşuz biz böyle ya. Yolda durup, kadife pantol, botlarım ve kalın yeleğimle bir çöp şiş yiyemedik! Çünkü herkes bizim ofiste giyindiğimiz gibi giyinmişti! (ama bu kısma artık hak veriyorum - ye kürküm ye).

Neyse, sonraki çöpşişçilerde de durum farklı değildi. İyi ki o yemeği yemişim. Ölmeden otele vardık.

Ama varmadan önce, üniversite yıllarında trafik kazasında ölen sevgilimin evinin önünden geçerken, boğazım düğümlendi. Üniversite hayatımın ikinci yarısının geçtiği binanın önünden geçtik. Ah o tren garı. Her yer ne kadar değişmiş! Tekel binası, sağır ve dilsizler okulu!

Otel de, benim mezun olduğum fakültenin 4 sene boyunca kiraladığı bina! Khrmnlr'da. Elimle koymuş gibi buldum! Ama mezun olduğum okula ve bölüme istinaden de "ouvfak" dedim içeri girince. Buranın recep beyine anlattım, burası okuldu falan. Adam utandı, "valla haberim yoktu, patron almış" 1997 açılmıştı orası. O zamandan beri de tadilata yeni başlamışlar. 
Bana tadilatsız oda düşmüş!

Kalorifer yanıyordu ama kayıp klima kumandasını getirmeyi teklif eden "odacı"dan şüpphelenmeliydim. Sonradan istedim kumandayı. Duştan çıkınca, üşüdüm bir de. Banyonun soğukluğu içeri girmesin bari diye, kapıyı kapattım. Ouvfak! tekrar. Meğer kilidi bozukmuş. 10 dakka sonra ısınmak için bari saç kurutma makinasını sırtıma tutayım diye ayağa kalktığımda, banyo kapısını açamadım.

Tokmaklı kapı, çevir çevir açılmıyor. Of adamı mı çağırıcam yine, (tıkır tıkır), ya üstümde pijamalarım var (tıkır tıkır). Umut fakirin ekmeği işte, tüm bunları düşünürken tokmağı çeviriyorum bir yandan. Pijama da, pijama değil. Sevgili C V's S giyinsin, ben işim gereği gündüz de gece de öyle giyiniyorum elbet.
Benim pijamam yukarıdakinden ama erkeksiz olanından. Koyu gri bir renk. 
Ya odayı değiştirirlerse (tıkır tıkır), eşyalarımı da diğer yatağa serdim (tıkır tıkır). Oda değiştiririm (tıkır tıkır) hem iyi ısınır belki (tıkır tıkır) ama banyoda kişisel bakım şeylerim var (tıkır tıkır). Hee, valla var.

Sonra aklıma tokmağa bakmak geldi. Baktım, normalde anahtar sokulan delik yerine, kocaman bir delik var. Gittim, senelerdir kullanmadığım ev anahtarını soktum, çevirdim. Açıldı. Ouvfak! Pijamamın üstünden sırtıma soktum kurutucuyu. Kapıyı da kapatmadan yattım. O minicik yatakta kitabın merakı ile bir süre sonra vücudum atınca, uykuya geçtim. P.Batu "vücudum attı" derken neyi kast etmiş, anladım. Kız haklıymış beyler.

Ertesi gün de, hava limanına giderken lisedeyken intihar ederek ölen sıra arkadaşımın Paşaköprü'deki mezarı önünden geçtik. İlk trafik kazası yaptığım yerden geçtik. İlk köpeğimi aldığım adamın dükkanının yolu vs derken, İzmir'e gelmemek için neden taklalar attığımı anladım.

Çok leşim var benim orada. Büyüdüğüm yer ve hayatımın ilkleri - iyileri ve kötüleri ile.

Sanırım mecbur kalmadıkça da gelmeyeceğim. Beni seven iyi insanlar da var tabi, birlikte büyüdüğüm ortaokul arkadaşlarım! Ama onlarla deplasmanda değil de, evde kucaklaşmayı tercih edeceğim. 

Sonra da İst'daydım. Elit siyah kıyafetli insanların çalıştığı holdink merkezinde. Çıkışta koşarak kaçarken, çok önemli insanlarla karşılaşmış ve yağmurda sıçana dönmüş saçlarımla selam vermiş olabilirim, üzerimde sahte mini kürkümle! Seni de sevmiyorum İst. İzmr'i de, Ank'ra'yı hele hiç. 

Doğduğumdan beri eksikliğini hissetmediğim aidiyet duygumun farkına vardım. Hiçbir şehire ait hissetmiyorum kendimi. Ama bugün o koca gözlü Işıl, BayNihat'ın binbir çeşit mezesini çiğnemeden yutarken gözümden damlaların düştüğünü de saklamayayım.

Umarım deniz gören bir nehir kenarında bahçesi ve kapalı havuzlu bir evim olur! 

Kitapçı Dükkanı

Otel lobisinde, daha önceki gidişimde de gördüğüm bir kitaptı. Çarşamba sabahı başladım. Hoşuma gidince de, recep'e kitabı yanıma alacağımı söyledim. Umursamadı bile. Sanırım birisinin okuyup, başkalarına bıraktığı bir kitaptı. Bitiremeden unuttuysa üzülürüm.

İş güç, akşamları 21:00de uyumalar (yaşasın!! - uzun zamandır uykusuzluk çekiyordum) ve dün hava limanında bitti kitap. 

Uçağı beklerken oturduğum kafede, biramı içerken bazen böğürerek gülmek istedim. Yapamadım. Bitince de, suratımı döktüm, tıpkı küçük bir kız çocuğu gibi en az yarım saat.

Şimdi, diğer kitaplara ulaşmak kaldı. Uzun zamandır bir kitaptan bu kadar keyif almamıştım.

Monday 11 February 2013

Kahraman Jandragones Otero İş Başında!

Ben de süper kahramanlar gibi donumu taytımın üzerine giydim (yeşil tayt üstü pempe don), Ank'ralılara medeniyet öğretmeye devam ediyorum.

Sayemde muasır medeniyet seviyesine çıkacak bu Kafakent! Heykelimi dikecekler, tam da geçen ay düştüğüm noktaya. 

Her gün, bir kontrollü, iki kontrolsüz yaya geçidinden 2şer kere geçiyorum. Her gün aynı sorun. Hem sürücüler, hem de yayalar pIroblem!
Kontrolsüz dediğin zaten; trafik lambası, polisi olmayan geçit. Evropalarda ayağını atarsın, araç durur ya, ben de anaokulu eğitimini yurt dışında tamamlamış bir birey olarak, (saçımı savururum bu cümlede her zaman) yetiştiğim ortamı terk etmiş ama asimile olmamışım. İçime, iliğime sinmiş bu medeniyet. Beklediğim davranış bu. 

Yapan sürücü var mı? Bir ben yapıyorum, bir de benim dışımdaki 10.000 sürücü arasından 3 kişi. Bunların 2si zaten müşteri peşinde koşan ve müşteri tipin varsa sana korna çalan taksi sürücüleri! (Sahte kürkümü giydiysem 10 araçtan 7si korna çalıyor)
Diğer biri de, popomuza, bacağımıza bakmak isteyen bir erkek sürücü oluyor. Duran tek kadın benim, yeminlen. Bir sürü alanda ilk ve tek kadın olmama ek olarak, yayaya yol veren tek kadın benim!

Ben yaya isem ve doğal olarak araçlar durmuyorsa, işte bu noktada eğitmenliğim başlıyor. Yaya geçidine ayağımı atıp da, anında geri kaçmam gerekmiyorsa, ağır ağır ilerliyorum o çizgilerden. Tıpkı bir Ahmet Haşim gibi. Tıpkı Kaplumbağa Terbiyecisi'nden eğitim alan bir kaplumbağa, bir tosbağa gibi!

Birisi kornaya bassın, yolumdan yavaşça dönüp, elimdeki şemsiyeyi sallayıp, "bak bunu görüyor musun bunu?" diyeceğim. 

İşte o zaman sopa yersem, gaziyim demektir! Beni omuzlarınızda taşıyın! Heykelimde bindiğim atın bir ayağı havada olsun! Çünkü savaşırken yaralanmış olacağım! Medeniyet savaşı!

Kontrollü yaya geçidi ise, trafik lambalı olan işte. Ama yayaya kırmızı sayı ile 75 saniye geri sayarken, 65inci saniyeye kadar, yaya kırmızı dinlemiyor. Çünkü, araçlar duruyor. Araç duruyor ama lamba geçme diyor?! Yaya napıyor? Geçiyor. Son dakikalarda, hızlanıp neft yağı yemiş at gibi koşanı da var. Bir gün biri düşecek, ruhsatım yanımdaysa, gururla gösterebileceğim ilk yardımcı belgemi burunlarına dayayıp, "açılın ben ilk yardımcıyım, 112yi arayın" diye bağıracağım! İşte o zaman taytımım üzerindeki pembe donum görünecek!

İşte bu bilinçsiz, kazaya koşan yayaların arkasında ben napıyorum, içimden "salaklaarrrr, bilinçsiz insanlaarrr" diye bağırıp, elimdeki şemsiyeye iki elimle tıpkı bir Ank'ra hamfendisi gibi tutunuyorum. Önümden şirketten arkadaşlar geçerken elleri ile (korna yok) selam verirse, hamfendiliğimi kenara bırakıp, sokaktaki araç arkasıdan koşan sümüklü bebeler (OHA! Ank'ra jargonu kullanıyorum!) gibi heyecanla el sallıyorum. Onlar geçtiğinde, eski hamfendi tavrıma dönüyorum iki saniyede.

Yeşil yandığında da, yutkunup geçiyorum. İnsanlarla çarpışmamak için, soldan! evet, soldan binama doğru yürüyorum.

Bir hayalim vaarr!
Bir gün sadece Ank'ra değil, tüm yurtta yayayı gören, aracını durdurup, zaten yazılı olan yaya üstünlüğüne saygı gösterecek!

Bir gün, tüm Türk yayalar, yolun sağından gidecek!

Bir gün, tüm Fikri hür, vicdanı hür Türk sürücüler, araçtan inince yaya olduklarını fark edecek!!

Bir gün, heykelim dikilecek ama kuşlar üzerine pislemeyecek!

Bir gün, vallaha bak!!!1 Bir gün!!1


J.O.
bir de logo çizmeliyim kendime! başkalarının çizeceği yok.

Saturday 9 February 2013

Kapı Çaldı

Cumartesi bu saatler bize kargo gelme günü. Sevgili C'nin dediği gibi kendime havuç olarak koyduğum evin peşinden koşturuyorum. Ve uzun zamandır alışveriş yapmıyorum. 
Elit ofis ortamım için şu an elimdeki kıyafetler yeterli!

Ama kapı çaldı işte. Alışveriş yapmakla suçlandım. Acaba aldım da unuttum mu dedim. Yok.

Sonunda içinden bir saat çıktı. Ve isimsiz bir yazı. Adımın onlarca kısaltması, türevi var ama bana o şekilde hitap eden 4 kişi vardır, çok sevdiğim ortaokul arkadaşlarım!

Bugün gidip ev için pazarlığa başlama vaktidir. Saati bile geldiğine göre, ev de bana hazır!

Friday 8 February 2013

Maske

Dün iş yerinde yaş günü pastası parası toplanırken bir baktım ki, tek bir kuruş bile yok çantamda. Senelerdir şantiyede çalışmışım, üzerimde para taşıma alışkanlığım yok. Para çekeyim dediğimde de, kart şifresi hatalı olduğu için onu da yapamadım. 

Çok sıkkındım, taksiye binsem diye düşünürken, nakitim olmadığı aklıma geldi.  Yürüyorum. Hem iyi gelir değil mi?

Karşıdan yüzünde hasta maskesi olan bir çocuk ve belli ki babası geliyor. Durdurdular beni. Para istediler. İsterken de sürekli içinde kanser geçen cümleler kuruyorlar. 

"Param yok" dedim adama. Sonra yürümeye devam ettim. Adam hala konuşuyor ama ben konuştuğunu "sen de kanser ol" gibi anladım. Durdum, arkama döndüğümde, adam "kanser olma" dedi bu sefer. Aslında "ol" dedi mi bilmiyorum. 

"Üzerimde bir kuruş bile yok" dedim. Gerçekten de yoktu. Hala yok.
Olsaydı verir miydim bilemiyorum. Ben bu tür kuruluşlara yardım etmeyi tercih ediyorum.

Ah ilçe hayatı. Bu güvensizlikler yoktu hiç o zamanlar. Birisi hastaysa bilirdik, yardıma muhtaç olanları da bilirdik. Sokakta bizi durduran, lanet okuyan, okumayan olmazdı. 

Bir de insanlar yardım dilenmeden, yardım etmeyi seviyorum ben. Bana bunlarla gelmeyin!

Akşam üstü evde, seneler önce kendi paramla aldığım, o zamandan beri her gün taktığım küpelerimden birinin kayıp olduğunu fark ettim. ö_Ö

Hakkını mı yedim diye de düşündüm. 

Ama bilin ki, bu tür kuruluşlar var. Zaten teşhis konduğu zaman doktorlar bu tür vakıflara yönlendiriyor olmalı diye düşünüyorum. Ama farz üzerine hareket etmek de doğru değil.

Off çok sıkılıyorum sadece.

Geçen gün dilediğim gibi, hayatım aniden değişti. İyi yönde olmasını dilemiştim oysa ki. Ya da sonunun iyi olacağını henüz bilemiyorum belki.

Tek bildiğim son bir haftada üzüldüğüm kadar bir ergenliğimde bunalmışımdır. 

Lütfen bu yazıma yorum, teselli yazmayınız. Yayınlamıcam. Şefkat aramıyorum.

Thursday 7 February 2013

Alacakaranlık

Fotoğrafı büyütmediğiniz sürece güzel. Yakından bakınca, içine girince kötü. Ah Ank'ra ahh!

İşim o kadar yoğun ve zahmetli ki, elimi ayağımı çekeyim dedim olmadı. Meğer benim de terapim buymuş.

Zaten insanlarla dert paylaşmayı nadiren yaparım. Yaptığımda da teselli olmam ben. Sözlü paylaşımlardan hoşlanmıyorum, ben yine yazıya döneyim dedim.

Tüm aksiyon iş yerinde ama onu da buralara yazamayacağım için gördüğünüz kadarı ile hayatım monoton görünecek size. Olsun. Ayrı bir blog yazmayı planlıyorum. Veri toplamaktayım. 

Siz yine de fotoğrafı büyütmeden, izleyin.