Thursday 4 April 2013

Ekmeği İsraf Etme!!!!

Resmi gazete okumanın bir artısı bu site bana.

http://www.ekmekisrafetme.com

Yemek pişiren, bundan da çoğunlukla keyif alan biri değilim. Ama siteyi görünce sevindim ve listede olmayan bir tarifi görselsiz ekleyiverdim. Ve biraz önce gördüm ki, tariflerin altına ekleyenlerin isimleri yazılıyormuş :/ 
3 cümlelik bir tarifi yayınlamazlar herhalde ama siz bence siteye bir göz atıp bakın. O cılız tarifi yazanın da ben olduğumu bilin! kehkeh

Belki tariflerden beğenip yapmak istediğiniz olur.

Ekmek ve onun kutsal sayılması benim için Türk olmanın gururlarından bir tanesi. Tanıştığım ecnebilere gururla anlattığım bir inançtır bu. Özellikle de, yemekhanede masada bırakılıp yenmeyen ekmekleri çöpe atın dendiği zaman şiddetle karşı çıkmıştım.

Ekmeğin sofraya gelesiye kadar çektirdiği emek ve bundan ötürü kutsal sayılması!

Moskova'da bana bu emeği hatırlatan, buğday simgesi var mesela! 

Bir de Sivas şehrinin her iki girişinde bir kamyon büyüklüğündeki ekmek tabelası! 
hahaha

Bildiğim halde, "bu şehrin simgesi mi?!" diye sormaktan kendimi alamıyorum.
Sadece bir zenginin gösteriş merakı imiş meğer.

Ben de böyle işte daldan dala!! Camdan cama!
Şehirden şehire. Bir hayatım sürüyorum. 

6 ay önceki hayatımı özlemiyor değilim. Ekmeği yediğiniz kadar alın. Artan ile Tarif marif yapamıyorsanız da, kuşlara, balıklara verin. Onların da hakkı var!

Saturday 30 March 2013

Oh Bea!!1 Dünya Varmuş!

İsveçli bir komşum vardı. "Cocuklar gelmuş" derdi. Bu cümleyi değil de, bu telafuzla bu kelimeleri. Konu kasvetli olunca, neş'e ile başlayayım dedim.

Test yaptırmadan evvel, kendimce şüpheli gıdaları taa evvelden hayatımdan çıkarmıştım zaten.

Peynir evet ayyuka çıktı. Uzun süre yemeyip, tüketince daha fena oluyor. Geçen hafta sevdiceğimle gittiğimiz balık lokantasında "atın ölümü arpadan olsun" demiş, sadece bir kibrit kutusu büyüklüğünde yağlı beyaz peyniri tüketmiştim.

Eyvah!!
Midede kramplar, bir gaz bir gaz. Tanrı parçacığı midemde parçalandı vallahi. O vakte kadar, "aman bu pisikolocik, bir de kanlı test yaptırayım" diyor idim, çevremdekilerin baskısı ile. Mahalleliler, ne acaipsiniz yahu. Valla billa derdim varmış benim!!

En yakın dostum vegemite oldu. Bayılıyorum tadına! Tereyağı ile muhteşem oluyor. Yeni birkaç kavanoz sipariş verdik. Belki buralarda bulabilirim
Bir de havyar. Ördek de listeme yeni girdi. Hah!

Sabah acı badem kurabiyesi yediğimde mideme kramplar girende, uzun zamandır bu hissiyata dahil olmadığımı fark ettim.

Daha da fenası, geceleri mis gibi uyuyor, artık kulak tıkaçlarımı takmasam da, gecenin bir vaktinde uyanmıyorum. İş yerinde kafamı kaldıramaz, mutsuz hallerim sona erdi. Üzerimde bir hafiflik! Senelerdir ıstırap çekiyormuşum. İnsan içine doğduğu hale dışarıdan bakamazmış hakikaten.

Öyle bir hafifledim ki, bugün araba ile sokağa çıkma gafletinde bulundum. Yine kayboldum. Yine küfürler ettim, kendi kendime yine bağırdım, çığlıklar attım. Ama bu sefer araç park halinde ve camlar açıkken yapmışım, pek hoş olmadı elbette.

Ben yine hayallerimi, Ank'ra'dan ve asla anlamayacağım Ank'ralılardan uzaklaşmak yönünde programlıyor, bugün içinde yaşadığım evle konuşup, vedalaşıp, bizi artık bırakmasını söylemekle birlikte, bu şehirden de tayinimi istiyorum. 

Nereye gideceğime karar vermeliyim. 

O eski halimden eser yok şimdii, lay lay lom..

Thursday 28 March 2013

Tüm o pırıltıları altın sanma!!

Deniz. Su.

İş için bu sefer tam tanımadığım 2 kişi ile yola çıktım. Deniz kenarında kaldık. Oteli ben ayarladım ve dedim ki; "3 kişiye deniz tarafında 3 oda". 
"Maalesef deniz tarafında oda yok".

Olsun dedim artık, akşam vaktinde gördüğüm, soluduğum yeter.

Otele gece yarısı varınca, dağınık verilen oda kartlarını aldık. Odama girince daha ışığı yakmadan anladım deniz tarafında olduğumu. Ohh bu kız çok şanslı! Ertesi sabah öğrendim ki, diğerleri benim gibi şanslı değilmiş.

Sonrasında da, iş güç derken, dönüş yolunda, senelerce dibinde yaşadığım ilçenin ara sokaklarına girdik. O kadar ara ki, meşhur Atmaca'ya girmişiz meğer. Nasıl bir yer olduğunu gözlerimizle gördük. Ama ne fotoğraf malzemesi varmış birader. O vakitler ilgim olsaydı, ne ünlü olurdum ben internetlerde! hehe

Sonra o akşam Dkl Lvnt Myhn'ye gittik. (ruhu şad olsun Çgty By'in). Değişik bir geceydi.

O deniz kenarında 5 sene yaşayıp da, nasıl ayrılabildiğimi düşündüm. Mekanları insanlar güzelleştirir ya, benim için de insan kalmamıştı orada. 

Yorucu bir iş için gidip de, tatildeymişcesine rahatlamayı sağlayan tek şey su. Bir daha gittiğimde o mayo da benimle gelecek!!


Tuesday 19 March 2013

People Like You Are The Reason People Like You Need Medication

Ank'ra!

Geçen gün hava limanı yolunda, kırmızı pantolonlu, dar tişörtü üzerine ceket giymiş kırmızı ayakkabılı genç, kendisine bir konuda yardım eden bir bayana, kolundan çıkardığı bilekliği verdi ve teşekkür etti. Ö_Ö 
Sonra sırıtarak geçti vakit. Hoşuma geldi tabi.

Bir de dün, yaya geçidinde bir araç durup, yayaya yol verdi. Eğer o yaya ben olsaydım, teşekkür ederdim. Ama ben değildim işte.

Veee, Cumartesi!

Cinnah'ta sol şeritte önüme önüme çıkan adamı, ileride yakalayıp konuştuğumda, geçiş üstünlüğü nedir bilmeyerek, "sağınızda yol vardı hanfendi" dediğinde dövmek istemediysem yalandır.

Sinirden öyle bir bağırdım ki, sonraki yarım saat "boğazlarım" ağrıdı.

Hala geceleri uyandığımda, ben o adama neden bunu demedim, bunu yapmadım diye düşünüyorum.

Ank'ra araç sürücülerinin benim eğitimime ihtiyaçları var. EVET!!

Çok kötü araç kullanıyorsunuz, istisnasız!

Sunday 17 March 2013

Intolerans!

Ben demiştim işte!

Yediğim birşeyler bana dokunuyor, beni şişiriyor ve uyutuyordu. Çölyak değilmişim. Ama bulduk nelermiş :(
Yaptırdığım testte çıkmasa bile kendi testimle %100 onaylandı. Büyükşehre dönünce ilk yediğim sabah dudaklarım şişmişti. Sonrasında birşey olmamıştı ama ben sürekli bitkin, şiş, uykulu idim. 

Sonra süt ve süt ürünlerini çıkardım hayatımdan. Hop! Gelsin taklalar, gelsin parandeler! 

Dün de testimi yaptırdım. Çok ilginç bir şekilde en çok çavdara ve yumurta beyazına karşı intoleransım varmış. 1 ay boyunca yemeyeceğim, göreceğiz.

Çavdar deyince aklıma şu şarkı geliyor:
Neyse, ek olarak sırasıyla makarna, greyfurt, domates, parmesan, dana eti de az tüketmem gerekenler.

Bağırsaklarımda çözünmeyip beni rahatsız edenler de; zeytinyağı ve ıspanakgiller.

Peyniri azalt dedi ama ben test olduğumda zaten 1 aydır hiç peynir yemiyor halde idim.

Bugün de test amaçlı rokfor yedim. 2 saat bayıldım, kendimden geçtim uyudum. Bana zararı olan şeyin de en sevdiğim şey olması pek sıkıcı.

Tavuk, baklagiller yemeyen, sebzeye, dana etine bayılan biri olarak artık ne yiyeceğimi bilemiyorum. Her gün de yumurta sarısı yiyemem ki 3 öğün!

Saturday 16 March 2013

28!

61e inende, aklıma sevgilim geldi. Gözlerim doldu, bir önceki hayatımı özlediğimi fark ettim. 
Bu kiraz kavurması. Ekşi bir şey. Turşu olarak da biliniyor.
Bu 28 pidesi. Ortasında yumurta var. Pidenin üzerindeki ekmek ile önce yumurtayı yiyorsunuz. Çok ağırdı.
Bu da iş!!

Dönerken, valizimdeki 3 kiloya yakın numune olduğunu unutmuşum. İlk güvenlikteki kadın çıldırdı. "Bu köşedekiler ne?" diyor, iç çamaşırlarım dahil her şeyi gösterdim kadına. Yok bulamıyoruz. 3 kere x ışınlarına girdi valiz. Yok. Ben de artık sinirlendim, kavga ettim kadınla.
O da beni bir sonraki güvenlike gönderdi.

Orada da aynı şey. Valiz 2 kere girdi makinaya. Sonra birden aydınlandım.
Yan fermuarı açıp, çıkarttım taşları. "Bunlar bakır" dedim. Oysa ki, aptallar için altındı içindeki. Adam "olmaz, bunları bagaja ver" dedi. "Vermem" dedim. Niye dedi. "Vermicem" dedim. "Bagaja ver" dedi. Böyle saşma sapan bir konuşmadan sonra, "alın bunları" diye uzattım taşları. Sonra "bir tanesi bari kalsın" dedim. "Bunlar Artvin'den mi?" dedi, "hayır, 28den" dedim. "Yok ki orada" dedi. Offf. 
Neyse bir taşı kurtarabildim. Sonra taşçı sevgilimi arayıp, "bakırlarıma el koydularrr" diye sızlandım.
Tam o sırada bir baktım ki, biniş kartım ve ehliyetim yok :/
Tekrar merdivenleri çıkıp, kavga ettiğim amcaya gittim. Neyse ki, birileri bırakmış. 
Böyle işte, damarlarımdaki son kana kadar savaşıp, "a yanlış yaptım" diyebiliyorum. Ama taşlar da ağırdı hakikaten.

28 demişken, bildiğimiz Karadeniz kentleri gibi değil. Hiç bişi yok. Denizde tek bir tekne gördüm. Herkes yüzünü fındığa dönmüş. Çok nemli. Deniz kenarındaki evlerin duvarları küflü. Her taraf fındık olunca, dağlar hep kel. 4 mevsim yeşil ağaç pek yok. Pek sevemedim.
Ama sabah deniz görmek gibisi yok.

İzmir ve Dikili'nin ayrı ayrı özlediğim halleri bunlar işte. Hatta Körfez'de bekleyen Amerikan gemilerini teleskop ve dürbün ile dikizlediğim vakidir. Hiç de ayıp yapmadım çünkü onlar da hiç ayıp yapmadılar. Bir de mors bileydim, o zaman farklı olardı.

Neyse, 28. Öyle bir kent. Deniz kenarında iki yerde çöplük var. Bana şehri koruyan adam "denizle temas etmiyor ki" dediğinde, mesleki deformasyon: "jeomembran mı var?" dememle geri adım attı tabi.

Belki de şehrin en büyük utancı bu olmalı. Ama iyi geldi bana havası, yediklerim.

Hem de 3 kadeh rakı ve yanında yediklerime rağmen 21:00de uyuyup, 05:00te kalkabildim.

O akşam yediğim ve tadına bayıldığım sakarcadan alıp eve getirdim de, pişman oldum. Ayıklaması, deliye pösteki saydırmakla aynı, üstüne eli de sümüksü bir artıkla kaplıyor. Ama tadı güzel.

Nihayet güzel bir iş seyahati geçirdim. Ama şirket makinamın şarjı bitti. Benjamin'i de henüz bir yere götürmüyorum. Bunlar da cep telefonundan, dandikum fotoğraflar işte.
Böyle.

Monday 11 March 2013

Mart

GİİİİİİİİİİTTTTTTTTTTT!!

Bütün kötülüklerin, bütün aksiliklerin ile git. Bir daha gelme. 

Fotoğrafta şirketimin bana EmekçiKadınlarGünü hediyesi.